İnsan, fıtratı gereği bireysel olduğu kadar, sosyal yönü de olan bir varlıktır. İnsana ait bu iki cihetin tamamen birbirinden ayrı düşünülmesi mümkün değildir. Bu anlamda insanın toplumsal yönünü içeren birlikte yaşama ahlakı hangi din, mezhep, ırk ve inanç olursa olsun tüm farklılıklara saygılı olmayı ifade eder. Fıtrata dayalı farklılıkları, yaratılışın ulvi tezahürünün bir neticesi olarak algılayan tarihsel geleneğimiz, bir arada yaşama ahlakının zengin birikimine sahiptir. Muhtelif kültürlere, dinlere, dillere ve ırklara mensup insanların huzur içinde birlikte yaşayabilmeleri için, sadece birtakım kanuna dayalı düzenlemelerin yapılması yeterli değildir. Oluşturulan kurumsal yapının toplumun geneli tarafından özümsenen yönünün de olması gerekir. Ruhen ve manen sağlıklı toplumların varlığı için, öncelikle bireylerin iç âleminde aradığı huzuru yakalayabilmesi büyük önem arz eder. Çünkü sevgi, hoşgörü ve güven temeline dayalı toplumu, ancak olgun ahlaka sahip kişiler meydana getirir. İbn Arabî, Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bektâş-ı Velî gibi mutasavvıflar yüzyıllar boyunca sevgi, birlik ve kardeşlik duyguları etrafında tüm insanlığı birleştirmede önemli görev üstlenmişlerdir. Bu anlamda onlar, evrensel nitelikteki engin barış anlayışının dünya çapındaki temsilcileridir. Adı geçen mutasavvıflar, toplumsal huzurun gerçekleşmesi için insanların gönlüne Hak ve halk sevgisini yerleştirmeye özen göstermişlerdir. Balkanların “İslamlaşması” söz konusu olduğunda bu tasavvufi tecrübenin, özellikle erken dönemde, Sarı Saltık ismi etrafında toplandığını görmekteyiz.
Mevcut tarihî belgelere göre XIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşayan Sarı Saltık (Saltıh, Saltuk), Balkanlarda İslam’ın ve tasavvuf kültürünün yayılmasına öncülük eden önemli bir tarihî şahsiyettir. (Okiç, 2015:56). Sarı Saltık, Anadolu ve Rumeli’nin İslamlaştırılması yolunda büyük mücadeleler vermiş bir şahıs olarak bilinmekte olsa da bu yönü menkıbevi ve sembolik imajının gölgesinde kalmıştır. Sarı Saltık’ın kahramanlığı ve veli kimliği ile ilgili çok fazla menkıbevi rivayet vardır. Bunların arasında tahta kılıç kuşanıp Rumeli’ye yöneldiği de yer almaktadır. Yani, Sarı Saltık tezahürü bir şahıs isminden daha çok bir mefhumu temsil etmektedir. Onun ismi etrafında Balkanlarda, Osmanlı idaresinden iki asır öncesinden Osmanlı’nın gelişine kadar faaliyet gösterip yerli halkın gönüllerini fetheden seyyah dervişlerin tecrübe ve faaliyetleri toplanmıştır. Bundan dolayı, Sarı Saltığı metafizik bir person, yani manevi bir şahsiyet olarak değerlendirmek daha doğru olacağı kanaatindeyim. Konumuzu teşkil eden tahta kılıç da aslında yumuşak güç (soft power) konseptinin geleneksel bir paradigmasını teşkil etmektedir.
Birçok alanda olduğu gibi din ve teolojinin ifade dili olarak genellikle sembolik bir dil kullanıldığını biliyoruz. Mesela sanat, edebiyat ve felsefe bu dili kullanmaktadır. Birçok konuda seçkin ve aydın kesim hakikatin bilgisine daha kolay ulaşırken, herkesin bunu aynı kolaylıkla anlaması beklenemez. Bunun içindir ki ilimle halk arasındaki mesafeyi birleştirecek bir köprüye ihtiyaç vardır. Bu araçlardan biri de sembolik dildir. İşte burada idraki güç olan meselelerin izahında hayal gücü ve taklit, halka bir şeyler öğretmenin yollarından biridir. Nitekim bu vasıtalarla soyut kavramlar zihinlere daha kolay kavratılır. Teoloji alanında, esnek bir dil olan sembolizm bize geniş bir hayal gücü ve ifade imkânı sunar. Tanrı hakkında konuşma ve O’na yapılan ibadetlerin esrarengizliğini doğrudan, kuru ve yalın bir dille ifade etmek oldukça zordur. Bu bakımdan, Tanrı’ya olan teveccüh, tavır ve ibadetlerimiz nasıl sembolik bir dil arz ediyorsa, O’nun hakkında insanlara yönelik olarak kullandığımız dil de aynı şekilde sembolik olabilir. (Koç, 1995:96). Sembolizm dinamik, daha çağrıştırıcı bir özelliğe sahiptir. Bu nedenle teolojinin bu dili kullanması, onun en belirgin karakteridir. Çünkü ne zaman ki işaret edilen tarif edilemez olur ve işaret algılanır bir nesneye değil de bir anlama gönderme yaparsa, işte burada soyut kavramlar yeterli olmaz ve sembolik anlatıma ihtiyaç duyulur.
Martin Lings’in deyimi ile “bu dünyalı” olan semboller bu dünyanın şart ve sınırlarına tabidir. (Lings, 2006:27) İslam kültüründe sembolün Kur’an’la başladığını görürüz. Kur’ân-ı Kerîm birçok ayet ve surede semboller içerir. Ayetlerde geçen Allah ile ilgili anlatımlar, bizzat Allah’tan ve O’nun sıfatlarından bahsederken sembolizme dayanır. Hz. Âdem’e eşyanın isimlerinin öğretilmesi ile ilgili olan Bakara suresinde, eşyaların isimlerini öğrenmek, mefhum veya külli anlamları sembolize eden “mefhumları” öğrenmek anlamına gelir. Bu bağlamda Allah’ın “Âdem’e isimlerin hepsini öğretti” sözünden, onun bütün eşyanın kendisiyle isimlendirildiği dili, yani mefhumlara sembol olan isimleri öğrettiğini anlamış oluruz. (İzeti, 2016:34)
Kur’an ve sünnet mefhumları etrafında oluşan İslam tasavvufunun dili de sembolizmi içini doldurarak kullanan zengin bir tecrübedir. Tasavvuf üzerine, ya da bir sufinin bireysel tecrübeleri üzerine konuşurken kelimelerin oldukça kuru kaldığı açıktır. Böylesi derin ve içsel tecrübeye dayalı bir konuda var olanı kelimelere dökmek ve okuyanın, duyanın bunu anlaması için sınırsız bir ortak tecrübe gerekmektedir. Manevi hâller veya derin şuur kişinin kendine has bir durumu olduğu için entelektüel terimler burada pek geçerli olmaz. Bu nedenle tasavvufi tecrübenin ve hâllerin tasviri zordur. Fakat tasavvufun da kendine has terimleri ve söylemleri vardır. Bu söylemler arasında semboller, tasvirler, teşbihler ve metaforlar zikredilebilir.
Bu çalışmamıza konu edindiğimiz Sarı Saltık ve tahta kılıç konusunda sembolik dilin kullanılması hitap ettiği kitlenin farklı kabiliyetlerde olmasından ve mahdut zaman ile mekânı yırtıp ötelere geçebilmek perspektifinden dolayıdır. Böylelikle farklı kültür ve anlayışa, ayrı zaman ve mekanlara sahip insanlara tek bir ortak dille hitap edebilmek için, maneviyatla alakalı konularda anlaşılır ve kalıcı bir üslup kullanılmıştır. Bununla birlikte, yüksek bilinç ve inanç düzeyi gerektirecek konularda, sembollerle meselenin derin anlamları örtülmüş, söz hâl ehlinin anlayacağı yerlerde kesilmiş, bir bakıma sırlanmıştır.
Sarı Saltık ve tahta kılıcı birleştiren alan barış platformunu oluşturmayı amaçlar. Sarı Saltık’la alakalı genel tasavvuf felsefesini menkıbeler doğrultusunda incelediğimizde en belirgin özelliğin hakikatin, ilahi aşk ve sulh yoluyla temsil edilmesi olduğu ortaya çıkmaktadır. İlahi aşkın temeline baktığımızda ise aşkın, insanın Allah ile barışık olması ve bu mefhumun tecellisinin de insanlarla bu âlemde barış içinde olmakta vücut bulduğunu görürüz. Sarı Saltığın menkıbelerde kullandığı dili incelediğimizde, bunun yumuşak güç olduğunu görmekteyiz.
Kültür tarihi araştırmalarına göre şamanizmde, Avrupa’nın eski geleneksel dinlerinde, Yunan mitolojisinde ve birçok başka kadim gelenekte tahta kılıcın kötülere karşı bir hidayete erdirme aracı olduğunu görmekteyiz. Kılıcın tahtadan olması, aslında, dinî paradigmanın ve manevi tecrübenin zor ve güç kullanarak yapılmadığını gösterir. İnsanlara hakikati barış metotları ile anlatmak gerektiğini ifade eder. Bu yol ise ilk önce nefsimizdeki batıl güçleri manevi eğitimle yenmekten geçer. Ahmed Yesevi, Divan-ı Hikmet’inde “Bâtın kılıcı ile nefsi parçaladım işte” diyerek nefisle mücadele fikrini öne çıkarır ve nefsi yenmenin gereci olarak kılıcın “bâtın” şekline vurgu yapar. (Eraslan, 1983:62) “Bâtın kılıcı” kullanılarak nefisle mücadele, savaşın yeni şeklidir ve çelik kılıçların yerini “cihad-ı ekber” denilen nefisle mücadelede sembolik işlevli “tahta kılıç” alır. Ancak mutasavvıflar için söz konusu olan sadece nefisle mücadele değildir. Dünyanın herhangi bir yerindeki mücadeleyi de gazi-dervişler üstlenmiştir. Destanların yeni bir türevi olan gazaları anlatan menakıpnameler yeni bir tür olarak ortaya çıkarken bu menakıpnamelerde savaş kavramı bütün yönleriyle gazi-dervişlere göre yeniden güncellenir. Nitekim Ahmed Yesevî, halifesi olarak Anadolu’ya gönderdiği erenlerden Hacı Bektaş-ı Velî’ye taç, şamdan, seccade, sofra ve alem gibi sembollerin yanı sıra her mücadeleden galip çıkmasını sağlayacak olan “tahta kılıç”la da kuşatır. Bu “tahta kılıç” Ahmed Yesevi’den başlayarak Hacı Bektaş Veli’ye oradan da Sarı Saltık, Abdal Musa, Hacım Sultan, Kızıl Deli gibi diğer erenlere intikal edecektir. Tabir caizse Anadolu ve Rumeli, “tahta kılıç”lı erenler tarafından fetih ve irşat edilecektir.
Hacı Bektaş’a Ahmed Yesevi tarafından kuşatılan bu “tahta kılıç”, Hacı Bektaş Veli tarafından da Rumeli’ne gaza ve cihada gönderdiği halifesi Sarı Saltık’a kuşatılmıştır. Bu, halifesinin kendisini temsile yetkisi olduğunun işareti denilebilecek olağanüstü bir “kılıç”tır. Tahta kılıç aynı zamanda bir pirlik alametidir, onu taşıyanın büyük bir pir olduğunu ortaya koyar. Nitekim Balkanların fatihi Sarı Saltık, menakıpnamelere göre gerek düşmana gerekse ejderhalar gibi olağanüstü varlıklara karşı savaşlarını tahta kılıcıyla yapar. Bektaşi menakıpnamelerine göre çobanlık yaparken Hacı Bektaş tarafından temiz yürekliliği beğenilen ve Hacı Bektaş’ın lütfuyla velilik mertebesine yükselen Sarı Saltık, Rumeli’de Müslümanlığı yaymakla görevlendirilir. Yola çıkarken Ulu Abdal ve Kiçi Abdal adında iki dervişini yanına katıp Sarı Saltık’ın beline bir de ağaç kılıç kuşatır. (Ocak, 2002).
Görüldüğü gibi Sarı Saltık ve kuşanmış olduğu tahta kılıç ilk bakışta görülen manadan daha derin bir manaya sahip mefhumlardır. Osmanlıların Balkanlara yöneldikleri zamanlarda, bu mefhumların oradaki mezhep ve hanedan kavgalarının yol açtığı siyasi kaosu ortadan kaldıracak ilkeler olduğu tarihî tecrübemizle kanıtlanmıştır. Askerî yönün ötesinde fikrî planda İslam dininin düzenli, sistematik ve insan yapısına uygun din ve ideolojisi, birbirleriyle devamlı savaş hâli içerisinde bulunan Hıristiyan veya yarı Hıristiyan gruplara yapıcı bir teolojik ve pragmatik alternatif sunulmuştur.
Balkanlarda farklı millî kökenlere, örf, âdet ve geleneklere sahip olan yerli nüfus, Roma, Frank, Macar ve Sırpların zorba ve zalim idareleri karşısında, boş ve tenha yerlere yerleşen gezgin dervişlerin sundukları sistemi büyük ölçüde tercih etmişlerdir. Balkanların Osmanlı ordusu tarafından askerî açıdan fethedilmesinden önce seyyah dervişler tarafından bir anlamda fethedilmiştir. Diğer bir deyişle Osmanlı buraya geldiğinde yerli halk psikolojik olarak bu fethe hazır hâle getirilmiş bulunuyordu. Sarı Saltık’ın Müslümanlar arasında sevilmesi kadar Hıristiyanlarca da benimsenmiş olması, mezarının yedi ayrı yerde olduğunun söylenmesi ve hatta kilise avlularında mezarının bulunduğundan bahsedilmesi, tasavvuf akımlarının Balkan milletleri arasındaki yüksek hoşgörüsünü ve takip ettiği metodu anlatmaktadır. Gayrimüslimlerin ülkelerine giden Sarı Saltık bazen Müslüman olduğunu gizlemek mecburiyetinde kalmıştır. Saltuknâme’de bu konuyla ilgili açık ifadeler mevcuttur: “Kâfirlerin dillerini, dinlerini âlim bir rahip kadar bilir, onların şehirlerine, kiliselerine hükümdar saraylarına kadar gider, rahip kıyafetiyle kiliselerde vaazlarda bulunur.” Mesela Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinde “Yirmi bir sene Saltık, ruhban namıyla Millet-i Mesihîden görünüp nice kefereyi dine davet ederek mücâhid fî sebîlillah oldu…” der.
Sarı Saltık’ın mezarının bulunduğu ve Hasluck’un zikrettiği yedi krallığın dışında bu ünlü şahsın izlerine Arnavutların arasında da rastlanmaktadır. Sarı Saltık’la ilgili efsanelerin aslı Anadolu kültürüne dayansa bile onların arasında Arnavut gelenek ve töresinden kaynaklanan bir hayli unsur mevcuttur. Arnavutlar arasında meşhur olan bir efsaneye göre Sarı Saltık asasını bir kayaya saplamış ve kayadan su fışkırmaya başlamıştır.
Arnavut toprakları dahilinde birçok yer bugün bile Sarı Saltık’ın ismini taşımaktadır. Akçahisar (Kruja)’ın 600 metre üstünde bir tepe Sarı Saltık ismini taşımaktadır: Mali i Sarı Saltıkut. Bu tepede bir mağaranın içinde Sarı Saltık tekkesi de vardır. Tekke yerin altında olduğundan basamaklarla inilir. Kapısındaki kayadan su fışkırmaktadır ve bu sudan insanlar şifa olarak içerler. Tekke kapısının önünde Sarı Saltık’ın ayak izleri vardır.
Sarı Saltık’ın olduğuna inanılan ayak izlerine Kosova’da Opoya şehrinin Zgatar köyünde de rastlanmaktadır. Zgatar-Lubeçevo-Prizren yolu üzerinde Germen ismini taşıyan tepede bir kayada ata binmek için hazırlanan iki ayak izi mevcuttur. İzlerin 20-30 metre ötesinde taştan yapılmış bir oturak vardır. Ayak izlerinin bulunduğu yerden 300-500 metre ötede Büyük Mezar ismini taşıyan dörtgen şeklinde ve küçük bir penceresi olan bir kabir vardır. Bu kabir çok ziyaret edilmektedir. Kabrin biraz ötesinde Zgatar’ın Büyük Mağarası bulunmaktadır. Menkıbeye göre bu mağarada Sarı Saltık ejderhaya karşı savaşmış ve onu öldürüp köylüleri zulümden kurtarmıştır.
İpek-Priştine yolunda Köşk köyünün yanında Sarı Saltık Vadisi ismini taşıyan bir ova vardır. Bazı tarihçilere göre burada “Siparunti” ismi altında antik bir şehir mevcutmuş. Bu bölgede önceden Sarı Saltık Türbesi de varmış ancak Birinci Dünya Savaşında türbe yıkılmış, kabir ise örtülmüştür. Kabrin önünde mihrap şeklinde iki tane taş vardır. İnsanlar hâlâ orada mum yakar, helva dağıtır ve demir paralar bırakırlar. Ziyaret genelde öğle namazından sonra ikindiye kadar yapılır. Salı günü ziyaret günüdür.
İpek’ten 17 km uzaklıkta Pirlepe köyünde, Reka nehrinin sahilinde Sarı Saltık ismini taşıyan başka bir türbe daha vardır. Paştrik yaylasında Arnavutluk hududunda Sarı Saltık’a ait olduğu düşünülen bir kabir vardır. 2 Ağustos’ta bu yer birçok bölgeden gelen insanlar tarafından ziyaret edilir. Bir rivayete göre Sarı Saltık burada sadece dinlenmiştir, fakat orada gömülü değildir. Sarı Saltık’ın mezarının bulunduğu yer hakkında zikrettiklerimizin dışında Makedonya-Arnavutluk sınırında bulunan Ohri şehrinin Aya Naum manastırında bulunan mezarın da Sarı Saltık’a ait olduğu halk tarafından kabul edilmektedir. (İzeti, Kllapia e Tesavvufit, 2004)
Sarı Saltık’ın izleri ve kabrinin Balkanların birçok yerinde olduğu inancı bu büyük dervişin bir tek şahıs değil de Balkanların değişik bölgelerinde faaliyet göstermiş ve tasavvufi barış metoduyla Hıristiyan halka İslam dinini sunan çeşitli dervişler olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Yani, Sarı Saltık toplumda hakikati barış bayrağı ile temsil eden bir mefhumdur. Balkanlarda ordularla birlikte sefere çıkan ve hatta onlardan evvel oralara varan Sarı Saltık ve onun isminde toplanan seyyah dervişler el, bel ve dillerindeki sembolik tahta kılıçla manevi anlamda gönülleri fethetmişlerdir.
* Prof. Dr., Makedonya Tetova Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi, Sanat Felsefesi Öğretim Görevlisi.
Kaynakça
Eraslan, K. (1983:62). Ahmed-i Yesevî Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler. Ankara: Kültür ve Türizm Bakanlığı.
İzeti, M. (2004). Kllapia e Tesavvufit. Üsküp: FSHİ.
İzeti, M. (2016:34). Pasqyra estetike e tradites perenniale. Üsküp: Vizioni M.
Koç, T. (1995:96). Din Dili. İstanbul: Iz yayınevi.
Lings, M. (2006:27). Yakin Risalesi, çev.Veysel Sezigen. İstanbul: Vural yayınevi.
Ocak, A. Y. (2002). Sarı Saltık Popüler İslam’ın Balkanlardaki Destanî Öncüsü. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Okiç, M. T. (2015). Sarı Saltuk’a Ait Bir Fetva, Sarı Saltuk’a Ait Bir Fetva (Bir fetva etrafındaki munakaşalar). İstanbul: Ukid Yayınevi.
Tayyip, O. M. (2015). Sarı Saltuk’a Ait Bir Fetva, Sarı Saltuk’a Ait Bir Fetva (Bir fetva etrafındaki munakaşalar). Istanbul: Ukid yayınevi.