Mehmed Akif Ersoy bşr kültürü, bir uygarlığı anlamanın ve temsil etmenin en güzel yolu sanattan geştiğini en başarılı şekilde kavarayan fikir ve edebiyat insanlarımızdandır. Hakikat anlayışının ve bununla sıkı bağlantısı bulunan estetik duyarlılığın dışa vurumu olarak şiir büyük imkanlar sunar.
Mehmed Akif, Osmanlı imparatorluğunun son dönemlerindeki İslam dini ve müslüman toplumunun hayat ve hakikat anlayışının, hatalarıyla savablarıyla, çok sistematik ve estetik açıdan çok düzgün ifade kullanarak anlatmaya çalışmıştır. Mehmet Akif Ersoyun şiiri olayların yüzeyselliği ile ilgilenmez, o aslında şiirlerinde bir karakteroloji yapmaktadır. Onun her ifadesi bir taraftan şahıstaki karakter zaaflarını dşğer taraftan da toplumsal olaylardaki yansımalarını işlemektedir. Zira Snatı ve şiiri insan, alem ve hayat telakkisinden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle Mehmed Akıfınb şiiri İslam ilkeleri ve inanşları üstünde yükselen bir medeniyetin ifadesidir. Zaten medeniyet bir topluma düşünce, duygu, edebiyat, sanat ö fen bilimleri, teknik ve ahlak gibi maddi ve manevi alanlarda aynı yönü, aynı hızı ve aynı duyarlılığı veren bir güç ya da dünya dır. Işte Mehmed Akif bu gerçeği çok iyi anlamış ve pragmatism ile estetiği mecz ederek misalsiz bir taraftan aktiel diğer taraftan evrensel şiirler yazmıştır.
Mehmed AKif Ersoy “ Üç beyinsiz kafanın derdine üç mılyon halk” şiirinde yukarıda zikredilen hakikatları muhteşem bir şekilde işlemiştir. Şiir 28 rebıul evvel 1331 (6 Mart 1913) yazılmış fakat arnavutlar ve Balkanlar aöısından bakıldığında güncelliğinden asla hiç bir şey kaybetmemiştir.
O şiiri şöyle başlamaktadır:
“ Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk,
Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk
Diriler imdadına koşmadı sen bari yetiş
Arnavutluk yanıyor hem bu sefer pek müthiş”…
Mehmed Akif bu şiirini Balkan savaşları sırasında yazmıştır. Balkan savaşları balkanda yaşayan milletler, özellikle arnavutlar için, hem çok kanlı hem de gelecekleri açısından çok menfi geçmiştir. Balkan savaşlarından sonra Sancak bölgesi tamamen sırp yönetimi altına geçmiş, arnavut toprakları da üç bölüme parçalanmıştır. Balkanlardaki bu gerçekler yavaş yavaş İstanbula da gelmekte olduğunu görüyor, Mehmed Akif, ve pragmatic bir örnek göstererek, yani arnavutları ve Arnavutluğu,aynı gerçekle İstanbul da karşılaşacağını telkin etmektedir. Bu dönemde Arnavut toprakları parçalanmış ve yönetimin başına Avrupadan Wilhelm Vidi isminde pir prens tayin edilmiştir. Bundan dolayı Mehmed Akif, üç beyinsiz kafanın derdine üç milyon halkın izdırap çektiğini anlatmaya çalışıyor ve aynı zamanda geleneksel bir avangardizm yaparak kabirdeki babasına, İpekli Tahir Efendiye, seslenmektedir.
“ Kalka baba kabrinden kalk” derken Akif hem Osmanlıyı mayalandıran değerlere hem de arnavutların genel tarihleri açısından en parlak dönemi olan Osmanlı dönemine seslenmektedir. Aslında böyle bir seslenme bugün açısından da geçerli olan bir uyarıdır. Bugün de arnavutlar İslam ve osmanlı anlayışı ile oldukça ortak noktası olan anlayışa mı yoksa tamamen ateist ve islam karşıtı anlayışa mi evet demeleri gerekir dileması içerisinde bulunmaktadırlar. Işte Mehmed Akif şiiri ve örneği verirken tamamen karakteroloji araştırması yapmaktadır.
Bilindiği üzere köklü bir duyuş ve kavrayış bir “buluş” ve “bulunuş” tecrübesiyle birlikte gelişir. Başka bir ifade ile söyleyecek olursak, tecrübe ve yaşantıda kalp ve vicdanın son derece büyük bir yeri ve önemi vardır. Bedahet duygusunun ağır bastığı böyle bir tecrübede işleyen şey, sonuca götürücü akıl yürütme ya da bilimsel düşünme biçimi değil buluşma mantığı denen matıktır. Burada Mehmed Akif Ersoy akıl ile kalbi bir yerde buluşturmaktadır. Bu bizim insane olarak parçalanmaktan kurtulup bütünlüğümüzü korumamız açısından da önemlidir. Mehmed Akifteki estetik ve sanat anlayışı bu bütünlüğün sağlanması konusunda büyük imkanlar sunar.
O bu bütünlüğü kaybeden arnavutlar için babasına feryad ederek seslenmektedir.
“ Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın
Olacak mıydı feda hırsına üç kaltabanın?
Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti…
Öyle bir gitti ki hem : Bird aha gelmez ebedi
Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba?
Meşhedin beynine haç saplanacak mıydı baba
N efelaket Dönüversin de mesacid ahıra
Hırvatın askeri tepsin çıkıp üstünde hora!
Bari bir hatıra kalsaydı şu toprakta diri
Yer yarılmış yere geşmiş şuheda türbeleri”.
Yukarıdaki mısralarda Mehmed Akif arnavutların asli değerlerden uzaklaşıp fiziki olarak da kendi özvatanlarında köle durumuna düştüklerini anlatmaktadır. Metafizikteki “meşhetler” korunmazsa fizikteki meşhetler de ortadan kalkar bir bakımda diyor şairimiz.
İde planında bu kadar inc eve estetizim ile yazmasına rağmen, Mehmed Akif, aynı zamanda arnavut müslümanların bir başka gerçek konusunda da dikkatini çekmektedir. O zamanlarda Sırp, Hırvat ve Karadağlılarla ittifakın yapılabileceğini düşünen bazı arnavut aydınlarına diyor ki: Buyurun bakın onların bastıkjları topraklarda canlıları bırakın mescitler ahıra döndü, ve hiçbir hatıra toprak üzerinde kalmamış, sanki yer yarılmış yere geçmiş şuheda türbeleri.
Mehmed Akif Ersoy aslında bu bölümde de göründüğü gibi, İslam sanatını tam hazmetmiştir. O ait olduğu din ya da kültürün bütünü gibi, daha doğrusu onun bir tezahürü olarak, insan hayatını bütün yönleriyle yüceltmeyi amaç edinmiştir. Dolayısıyla bu sanat mümkün olduğu ölçüde yararlı olmayı ve insanın yüce maksatlara ulaşmasında ona aracı olmayı üstlenir. Bu maksatların en yücesi de insanın ait olduğu kaynakla buluşmasıdır. O derin bir tefekkire yaslanarak insane hakikatı hatırlatıcı olmak ve estetik düzeyde onu temaşa tecrübesine hazırlamaktadır. Mehmed Akifin şiiri insanı bölmez, onu maddi ve manevi dünyasıyla mükemmel olanla tanıştırmayı gaye edinir ve ona bunun yollarını telkin eder.
İşte şiirin sonunda da Mehmed Akif netice olarak da çıkış yolunuö yani pragmatizmini söyletmektedir:
“Veriniz başbaşa , zıra sonu husran-I mubın
Ne hılafet kalıyor ortada billahı ne dın
Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor
Evvela parçalamak sonra da yutmak diliyor.
Bunu benden duyunuz ben kı evet arnavudum
Başka bir şey diyemem işte perişan yurdumuz. Mehmed Akif dönem ve bölge farklılığına ve milletlerin ayrı olmasına rağmen konu ve işleniş bakımından genelde bir birlik sergiler. Başka bir ifadeyle ondaki şiirde ortak yönler farklılıklardan daha baskındır. Yani bu sözler sadece o zamanda değil her zamanda ve her bölgede geçerli olabilecek vasıflardır. Bu da mehmed Akjifin ayrıcalığıdır.