ÖZET

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî (ö. 1305/1887)’nin şahsında belirginleşen üçüncü devre Melâmîliği, Balkanların çeşitli yerlerinde yaygınlaşmış, İstanbul’un sosyal hayatında etkili olmuş, son dönem Osmanlı aydınları arasında teveccühle karşılanmış bir meşrebdir. Kurucusundan dolayı “Melâmiyye-i Nûriyye” olarak da adlandırılmıştır.Üçüncü devre Melâmîliğin temellerini atan Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî (ö. 1305/1882) aslen Arap olup Mısır’da doğmuştur.Üçüncü devre Melâmîliğin temellerini atan Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî (ö. 1305/1882) aslen Arap olup Mısır’da doğmuştur.İlk eğitimini ailesinden almış.Câmiu’l-Ezher’deki hocası Hasan Kuveysî tarafından Anadolu’ya gönderilen Seyyid Muhammed orada fazla kalmayıp Rumeli’ye geçmiş ve Selanik ile Serez’de Nakşî-Melâmî zümreleriyle ilişkiye geçmiştir.Yanyalı Şeyh Yûsuf en-Nakşîbendî (ö. 1244/1828) aracılığıyla Nakşibendîlik, Şeyh İbrâhimuşşemârikî Halvetî aracılığıyla Halvetîlik, Ekberîlik ve Üveysîlik tarikatlarına intisâb etmiştir.1249/1833-34’te Koçani (Koçine) medresesinde müderrislik yapmış ve ulemâ arasında tanınmıştır.1287/1870 yılında Tikveş’te (Kavadar) iken kendisine “kutbiyet” makamı verildiğini açıklamıştır. 1288/1871 yılında beşinci defa müridi Şeyhülislâm Molla Bey’in davetiyle İstanbul’a gelmiş, beş ay kaldıktan sonra Ustrumca’ya dönmüş ve 1305/1882’de vefat etmiştir.

Muhammed Nuru’l-Arabi’nin yerleşmesinden sonra Ustrumca şehri canlanmış be tüm maddi ve manevi müesseseleri ile paradigmatic bir osmanlı şehrini temsil etmiştir.

Anahtar kelimeler: Melamilik, Muhammed Nuru’l-Arabi, Ustrumca, Liber mundis

                                                            &&&

Kaynağını Kur’ân ve Sünnet’in ruhundan alıp Müslümanın gönül dünyasında manevî gelişmeyi hedefleyen İslâm tasavvufu kültürel zenginliğimizin önemli kaynaklarından biridir. Başlangıçta Ahmed Yesevî, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Şeyh Edebâli… gibi büyük sûfîlerin şahsiyetinde temsil edilmiş Türk tasavvuf düşüncesi daha sonraları gerek ortaya çıkan türlü akımları ve gerekse yetiştirdiği mütefekkir-mutasavvıflar açısından son derece zengin bir konuma sahiptir.

Türk-İslâm tarihinin büyük bir zaman dilimini oluşturan Osmanlı devletinin teşekkülünde ve gelişiminde önemli rolü olan tasavvuf, sadece dinî alanla alâkalı bir olgu olarak kalmamış, fikir, felsefe, mimarî, şiir ve mûsîkî, şehirlerin kuruluşu, başta olmak üzere bütün ilim ve güzel sanatlara uzanarak ilmî ve sosyal hayatla ilgili yönlendirmeler yapan bir düşünme ve yaşama tarzı olmuştur.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî (ö. 1305/1887)’nin şahsında belirginleşen üçüncü devre Melâmîliği, Balkanların çeşitli yerlerinde yaygınlaşmış, İstanbul’un sosyal hayatında etkili olmuş, son dönem Osmanlı aydınları arasında teveccühle karşılanmış bir meşrebdir. Kurucusundan dolayı “Melâmiyye-i Nûriyye” olarak da adlandırılmıştır.[1]

Balkanlarda ikinci devre Melâmîlikten Hamza Bâlî’nin (ö. 969/1561-62) temsil ettiği Bayrâmî-Melâmîliğin kolu olan Hamzavî-Melâmîleri Bosna-Hersek’te ve Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî (ö. 1305/1887)’nin şahsında belirginleşen üçüncü devre Melâmîliği veya Melâmiyye-i Nûriyye Makedonya ve Kosova’da faaliyet göstermiştir.

Hamzavî- Melâmîliğin kurucusu Bosnalı Şeyh Hamza Bâlî (ö. 969/1561-62)’dir.[2] Başagiç’e göre Hamza Bâlî’nin doğum yeri Zvornik sancağında Vlasenitsa’nın yanında bulunan Orloviçi köyüdür. Genç yaşlarında Vezir Pertev Paşa’nın hizmetinde bulunan Hamza Bâlî daha sonraları, Hüsâmeddîn Ankaravî’nin (ö. 964/1557) halîfesi olmuş, ondan sonra makamına geçmiş ve hizmetini memleketi Bosna’da Orloviçi köyünde kurmuş olduğu zâviyede sürdürmüştür. Hamza Bâli Bosna’da az zamanda birkaç bin mürid toplamış. Bu kişilerin bir kısmını meyhanelerden toplamış olduğu gibi, havastan da bazı kimseler de sohbetini dinledikten sonra ona bağlanmıştır.

Bosna’nın ulemâ ve meşâyihi bu kişinin ümmî olduğuna ve irşâd işlerine kâdir olmadığına şerʽ-i şerîfe uymayan halleri ve hareketleri olduğundan dolayı mahkemeye müracaat etmişlerdir. Sonuç olarak 969/1561-62 yılında Hamza Bâlî İstanbul Tahtakale’de idam edilmiştir.[3]

Hamza Bâli’nin öldürülmesinden sonra da Bosna’da Hamzavî namıyla anılan zümreler ve bazı kişilerin bulunduğu ve Hamza Bâlî’nin fikirlerini taşıdıklarını, Nevʽizâde Atâî’nin onlarla ilgili ifadelerinden anlaşılmaktadır.[4]

1992 Bosna harbine kadar müze olarak çalışan ve Vlasenitsa-Zvornik yolu üzerinde olan Nova Kasaba’daki tekke ve zengin vakfı 925/1519 yılında Hamza Dede tarafından kurulmuştur.[5] Muhammed Hacijahiç’e göre tekkenin kurucusu Hamza Dede, Hamza Bâlî’nin dedesidir ve Hamza Bâli Bosna’ya döndüğünde faaliyetlerini bu tekkede devam ettirmiştir.[6]

Ancak XVI. yüzyıldan sonra bu tekkenin Hamzavîlere ait olduğu hakkında bir belge yoktur. 1664 yılında buradan geçen Evliyâ Çelebi, Hindi Hamza Baba tekkesinden bahseder fakat hangi tarikata ait olduğu konusunda bilgi vermez.[7]

XVIII. ve XIX. yüzyılda daha çok misafirhane olarak çalışan Hamza Dede tekkesinde zâviyedarlık yapan şahıslar şunlardır: Derviş Abdülkâdir, 24 Safer 1208/1793 tarihli bir beratla zâviyedar olmuştur. Ondan sonra zâviyedarlık görevi oğulları Ali, Ramazan ve Hamza tarafından îfâ edilmiştir.Zilhicce 1215/1801 tarihli bir berattan anlaşıldığına göre de bu dönemden sonra Abdurrahmân ve Hamza zâviyedarlık yapmışlardır. XIX. yüzyılın sonundan 1952 yılına kadar tekkenin zâviyedarlığını Mulla Mustafa Orloviç yapmıştır.[8]

Üçüncü devre Melâmîliğin temellerini atan Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî (ö. 1305/1882) aslen Arap olup Mısır’da doğmuştur.İlk eğitimini ailesinden almış.Câmiu’l-Ezher’deki hocası Hasan Kuveysî tarafından Anadolu’ya gönderilen Seyyid Muhammed orada fazla kalmayıp Rumeli’ye geçmiş ve Selanik ile Serez’de Nakşî-Melâmî zümreleriyle ilişkiye geçmiştir.Yanyalı Şeyh Yûsuf en-Nakşîbendî (ö. 1244/1828) aracılığıyla Nakşibendîlik, Şeyh İbrâhimuşşemârikî Halvetî aracılığıyla Halvetîlik, Ekberîlik ve Üveysîlik tarikatlarına intisâb etmiştir.[9]1249/1833-34’te Koçani (Koçine) medresesinde müderrislik yapmış ve ulemâ arasında tanınmıştır. 1255/1839’da Üsküp’e gelerek Kazanlı Abdülhalik Efendi’ye intisâb etmiş, halîfesi Trabzonlu Mustafa Efendi’den ikinci defa Nakşibendîlik icâzeti almıştır. İstanbul’a 1266/1849 tarihinde Üsküp valisi Selim Paşa’nın davetiyle gelmiş ve altı ay kalmıştır. Şeyh Bedreddîn’in Vâridât’ını okutması nedeniyle merkeze şikâyet edilen Seyyid Muhammed 1285/1868 tarihinde zaptiye müdürü Hüsnü Paşa tarafından İstanbul’a yeniden davet edilmiş ve yine orada oğluyla beraber altı ay kalmıştır. Daha sonra tekrar Üsküp’e dönen şeyhi, 1286/1869’da eski Bosna valisi Topal Osman Paşa ile zaptiye müdürü Hüsnü Paşa tekrar davet etmiş, o da yine oğluyla birlikte İstanbul’a gelmiş ve beş ay kalmıştır.[10]

1287/1870 yılında Tikveş’te (Kavadar) iken kendisine “kutbiyet” makamı verildiğini açıklamıştır. 1288/1871 yılında beşinci defa müridi Şeyhülislâm Molla Bey’in davetiyle İstanbul’a gelmiş, beş ay kaldıktan sonra Ustrumca’ya dönmüş ve 1305/1882’de vefat etmiştir.[11]

Seyyid Muhammed Muhyiddîn ibn Arabî, Şeyh Bedreddîn, Niyâzî Mısrî, Hacı Bayrâm-ı Velî, Ahmed b. İdrîs gibi vahdet-i vücûd nâşirlerinin eserlerini şerhetmiştir.[12] Derin İslâm ve tasavvuf kültürüne sahip olan Nûru’l-Arabî’nin İstanbul ve Rumeli’de birçok halîfesi olmuştur. İstanbul’daki halîfeleri arasında şu zatlar yer almaktadır: Şehremin’deki Pazar tekkesi şeyhi Ahmed Safî Efendi, Mevlânâkapı’daki Tarsus tekkesi şeyhi Abdülkerîm Efendi, Yenikapı Mevlevihânesinde medfûn Ali Örfî Efendi (ö. 1305/1888), Fatih Kadıçeşme medresesi müderrislerinden Şeyh Abdullah Hulûsî Efendi (1307/1890), Altımermer’de Kâdirî tarikatından Kürkçüoğlu dergâhına devam eden Şeyh Maksûd Efendi (ö. 1342/1924), Abdurrahîm Fedâî (ö. 1303/1885)’ye intisâb eden Bayezit Camii vâizi Hâfız Abdürraûf Efendi (ö. 1921), Balat tekkesi şeyhi Kemâl Efendi (ö. 1913), Kamer Hatun Camii imamı Vehbi Efendi (ö. 1921), Tibyân sahibi Harîrîzâde ve talebesi Osmanlı Müellifleri yazarı Bursalı Mehmed Tâhir (ö. 1925) vs.[13]

Düşüncelerini Anadolu’dan ziyade Rumeli’ye yayan Seyyid Muhammed’in Make­donya ve Kosova’da da birçok halîfesi olmuştur. Bu bölgelerden şeyhin halîfeleri olan zatlar şunlardır: Abdurrahîm Fedâî[14], İştipli Sâlih Rifʽat Efendi[15], Üsküplü Filintalizade Hoca Mahmûd Efendi[16], Fâik Mehmed Bey[17], Hacı Süleymân Bey[18], Hacı Abdülkâdir Bey[19], Ali Rıza Vasfi Efendi [20], Elmas Efendi[21], Cengorî Mustafa Efendi[22], Yakovalı Hâfız Süleymân Baba[23], Prizrenli Topal Receb Efendi.[24]

XIX. yüzyılda Makdonya ve Kosova’da Melâmî tekkeleri şu şehirlerde kurulmuştur:

Ustrumca: İki tane tekke vardı. Birinde Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî otururdu ve vefatından sonra da oraya defnedilmiş ve bir türbe inşa edilmiştir. Seyyid’den sonra şeyhliğe halîfesi Hacı Fâik Bey gelmiş. Hacı Fâik Bey’den sonra Muhammed Nûr’un evlât edindiği Hacı Valde tarafından idare edilmiştir.İkinci tekke Seyyid’in oğlu Şerîf Efendi tarafından idare edilmiş.Onun 1323/1905 yılında vefatından sonra Hacı Abiş Efendi şeyh olmuş ve onun zamanında tekke Bulgarlar tarafından kapatılmıştır.[25]

Doyran: Doyran’da ve Doyran’ın Dedeli köyünde birer Melâmî tekkesi faaliyet göstermiştir. Dedeli köyündeki tekke Seyyid Muhammed’in halîfesi Elmas Efendi tarafından kurulmuştur.[26]

Veles (Köprülü): XIX. yüzyıl sonlarında Köprülü’de bir Melâmî tekkesi faaliyet göstermiştir.

-Kavadar (Tikveş): Kavadar’daki tekke Ustrumcalı Hacı Süleyman Bey’in biraderi Hacı Abdülkâdir Bey tarafından kurulmuş ve Balkan harbine kadar idare edilmiştir. Tekke birkaç müridle de olsa İkinci Dünya Savaşına kadar faaliyet göstermiştir.[27]

-İştip: Seyyid Muhammed’in halîfelerinden olan Sâlih Rif‘at Efendi tarafından İştip’te bir tekke yaptırılmıştır. 1326/1908’de tekke Bulgarlar tarafından yakılmıştır.[28]

Üsküp: Üsküp’teki Melâmî tekkesini Seyyid Muhammed’in damadı ve halîfetu’l-hulefâsı Abdurrahîm Fedâî Efendi kurmuş ve ilk şeyhi olmuştur. Ondan sonra oğlu Hacı Kemâl Efendi posta geçmiştir.Kemâl Efendi’den sonra XX.yüzyılın başlarında oğlu Hakkı Efendi şeyh olmuştur.[29]

Manastır (Bitola): Manastır’ın Vranyevci köyünden olan Rifâî tekkesi şeyhi Ali Rızâ Efendi Seyyid Muhammed’e intisâb edip Sâfî Efendi’den hilâfet aldıktan sonra tekkesini Melâmî tekkesine dönüştürmüştür. Ali Rızâ Efendi 1331/1912’de vefat etmiştir.[30]

-Prizren: Kosova bölgesinde bulunan Prizren şehrinde Seyyid Muhammed’in halîfesi Hacı Receb Efendi bir Melâmî tekkesi kurmuştur. Hacı Receb’in 1316/1898 yılında vefatından sonra posta Şeyh Seyfuddîn Tosko (ö. 1913) oturmuştur.Şeyh Seyfuddîn’den sonra Hacı Ömer Lütfü Paçarizi (ö. 1929) şeyh olmuştur.[31] Şeyh Ömer’den sonra sırasıyla posta şu şeyhler oturmuştur: Şeyh Kâmil Tosko, Şeyh Sâlih Efendi, Şeyh Hilmi Efendi, Şeyh Hamdi Kaçamak, Şeyh Hacı İlyâs Bardhi, Şeyh Hacı İdrîs, Hâfız Rıdvân, Şeyh İdrîs Maksûd. Günümüzde tekkenin şeyhi Hacı Yaʽkûb Muçezi’dir.[32]

Yakova: Seyyid Muhammed’in halîfesi Yakovalı Hâfız Süleymân Baba 1318/1900 Kosova’nın Yakova şehrinde bir Melâmî tekkesi kurup Melâmîliği bu bölgeye yaymıştır. Süleymân Baba’dan sonra tekkenin şeyhi sırasıyla Prizrenli Hasan Efendi, Şeyh Zeki ve Akovalı (Biyelo Polye) Hâfız Hayrullah Abdurrahmanoviç olmuştur.[33]

Günümüzde Kosova bölgesinde üç Melâmî tekkesi faaliyet göstermektedir: Rahovça Şeyh Molla Efendi tekkesi, Prizren Melâmî tekkesi ve Mitroviça’nın Suhodol köyünde Hâfız Halil tarafından XX. yüzyılın başlarında kurulan Melâmî tekkesi.[34]

Makedonya’da Osmanlı şehri  Ustrumcave sufi-melami paradigması…

Osmanlılar balkanlar’a sufi paradıgmasını ön planda tutarak ilerlemişlerdir. Sufi paradigması kendi etkisini dinin sadece nazari yerleşmesinde değil aynı zamanda toplumsal hayatta ki görünüşlerinde de göstermiştir. Aslında Balkanlar’da şehirlerin kültür antropolojisi tasavvuf antropolojisinin bir devamı ve şekli yönüdür.

Osmanlı şehiri aslında bir insan-ı kamil anlayışının mekan dahilinde, yatay şekilde yer almasıdır.Sufî antropolojisinin tüm nazarî tecrübesi, kemale ve yüceliğe ulaşmış insan olan insan-ı kamil, evrensel ve ideal olan insan-ı kulli ve mutlak ve ruhanî olan insan-ı mutlak terkipleri ve ifadeleri etrafında toplanmıştır. İnsan-ı kâmil anlayışını mitolojik bir süreç olarak görmek yanlıştır[35], çünkü Kuran metninin bütünlüğü ve manasında insanın primordial ve evrensel karakteri zikredilmiştir. Insanda ki kemal anlayışı müslüman toplumun tüm yönlerine de aktarılmıştır.

Ustrumca  osmanlı şehirin tüm karakteristikleri içinde barındırmaktadır.  Kur’an insanı, ilahi hilkatın içerisinde kemalin ve güzelliğin birinci derecedeki örneği olarak tarıf etmekte, o aynı zamanda kendisinde maneviyatı ve maddiyati barındırabilen, mıkrokozmik ve makrokozmik eşkalın yoğunluk kazandığı obje, melekut ile şehadet alemini birbirine yaklaştıran bir varlıktır. Ustrumca şehri, cami, tekke, hamam, kervansarayı ile budur.

İnsanın ruhani ve fiziki şahsiyeti Yaratıcı Kuvvet tarafından gelen hediyelerin yetkin bir şekilde kabul edicisididr. Biz insanı Allahın  hiçten yaratmış olduğu bir varlık veya fuyuzat sonucu şehadet mertebesine inen bir zillullah olarak mı göreceğiz hiç önemli değil, o  her açıdan  Yaratıcı Kuvvetin kendi varlığını  alem-i şehadete indirdiği ve esmâ ile sıfatını temsil ettirdiği karakterdir. İnsan karakteri ezelî ve ebedî olan nefha-i ilahiyyenin evrensel kabul edicisi olarak Allahu Tealanın doksan dokuz güzel isminin şehadet ve jografik anlamda  objektifleşmesini sergilemektedir. Bundan dolayıdır ki tasavvuf literatüründe insan ilahi tecellilerin tezahür ettiği bir mekan olarak görünmüştür. İçinde bu vasıfları barındıran insan, epıstemolojik ve ontolojik yönden varlık cetvelinin varlıksal ve bilimsel kademelerini aşarak , Kainat kitabını (Lıber mundı) ve Vahyı (Liber revelatus) takip ederek kemal mertebelerine (scala perfectıonıs) ulaşır. İşte tasavvufun ortaya koymaya çalıştığı kemal insan tipi budur.

Bu kavram değişik kademe ve kapsamlarda ele alınabilir, ancak hepsinde de bu mukayese önemini korumaktadır. İnsan-ı kamil  kendisinde Yedullah’ın bolca hibe ettiği hediyeleri kabul eden kamil bir fizikî ve manevî kabul edicisi olarak sufî antropolojisinde her zaman şahsiyetinde temsil edilen tecelliyât-ı ilâhiyye ile ön planda tutulmuştur. Bu tecelliyat sayesinde La teayyun mertebesine sahib olan Ruh-i ilâhî melekutî yönünü korutmakta ve insan karakterindeki yetkinlik sayesinde bu boyutun şehadet yansımasını sergilemektedir.[36]

Her insanın kendi şahsiyeti içerisinde bağımsız bir alem teşkil ettiği gibi o aynı zamanda sosyalleşmeye muhtaç olan bir varlıktır. Yani insanı toplum dışı bir varlık olarak görmek veya düşünmek mümkün değildir.

İnsan kapasiteinin bu inceliğini çok iyi kavrayan değişik tasavvuf akımlarına mensup şahıslar bir yandan insan ferdiyetine diğer taraftan da sosyal yönüne gereken önemi vererek şahıs ve toplumlara uygun bir anlayış sunmuştur. Muhammed Nuru’l- Arabi eğitimin paradigması ile yetişen melami dervişlerin kitlelere yönelik bu fonksiyonunun dışında bir de doğrudan şahıslara yönelik tasavvufun temel hedeflerinden olan insanın mânevî terbiyesi vardır. Bu mânevî terbiye netîcesinde insanlar insanlık şuuruna varıp Yaratıcının istediği şekilde hayâtlarını sürdürmeye çalışacaklardır.


[1]           Melâmîlik hakkında bkz. Doğrul, Ömer Rıza, İslâm Tarihinde İlk Melâmet, İstanbul 1950; Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1993, s. 346-349; Gölpınarlı, Abdülbaki, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, İstanbul 1969, s. 246-269; a.mlf., Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931; Sunar, Cavit, Melâmîlik ve Bektaşîlik, Ankara 1977; İnan, Y. Ziya, İslâm’da Melâmîliğin Tarihi Gelişimi, İstanbul 1978; Cerrahoğlu, Abdurrahman, Dünkü ve Bugünkü Melâmîler, İstanbul 1984; Kara, Mustafa, “Melâmetiyye”, İ.Ü.İ.F.M., c. 43, s. 561; Işın, Ekrem, “Melâmîlik”, DBİA, V, 380-86; Kumanlıoğlu, Hasan Fehmi, Hz. Pîr Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî Hayatı, Şahsiyeti ve Tasavvufî Görüşleri (Y. L. Tezi), İzmir 1995

[2]           Atâî, Nevʽizâde, Zeyl-i Şekâik, s. 70-71.

[3]           Hamzavîlik hakkında daha geniş bilgi için bkz. Atâî, Nevʽizâde, Zeyl-i Şekâik, s. 65; Gölpınarlı, A., Melâmîlik ve Melâmîler, s. 73; Ocak, Ahmet Yaşar, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15.-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 273; Hadzıjahic, M., “Udio Hamzevija u atentatu na Mehmet Paşu Sokoloviça”, Prilozi za Orijentalnu Filologıju, 1955, s. 325; a.mlf., “O progonu Hamzevija u Bosni 1573 godine”, Prilozi za Orijentalnu Filologiju, XX-XXI, 1970-71, Sarajevo 1974, s. 68; Mehinagiç, İbrahim, “Çetiri neobjavljena izvora o Hamzevijama iz sredine XVI vijeka”, POF, XVII-XIX, 1968-69, Sarajevo 1973, s. 217-266; Okiç, Tayyib, “Quelques documents concernant les Hamzavites”, International Congress of Byzantinists, Leiden 1957, s. 281; Algar, Hamid, “The Hamzeviyye, A Deviant Movement In Bosnian Sufism”, Islamic Studies, 36, 2-3 (1997), s. 243-261; Öngören, Reşat, a.g.e., s. 299-300.

[4]           Atâî, Zeyl-i Şekâik, s. 283.

[5]           Hadzijahiç, M., “Tekija kraj Zvornika, postojbina bosanskih Hamzevija”, Prilozi za Orijentalnu Filologiju, X-XI, Sarajevo 1961, s. 193-203.

[6]           Aynı yer.

[7]           Evliyâ Çelebi, Puropis, s. 474.

[8]           Hadzijahiç, M., a.g.m., s. 194, 194, 197; Çehajiç,Dz., a.g.e., s. 200-204.

[9]           Gölpınarlı, Abdülbaki, a.g.e., s. 232-242; Işın, Ekrem, “Melâmîlik”, DBİA, V, 386; Çiçek, Y., Harîrizade Mehmed Kemâleddîn, Hayatı, Eserleri ve Tibyânu Vesâili’l-Hakâik, (öğretim üyeliği tezi) s. 12-23; Yücer, Hür Mahmut, XIX. Asırda Anadolu’da Tasavvuf, s. 400-01.

[10]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 239-240; Yücer, a.g.t., s. 402.

[11]          Aynı yer.

[12]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 249.

[13]          Yücer, a.g.t., s. 402; Işın, Ekrem, “Melâmîlik”, DBİA, V, 384-386; Gölpınarlı, a.g.e., s. 302-339.

[14]          Prizrenli olup Seyyid’in başhalîfesi ve damadı idi. Üsküp’te bir medresede müderris iken 1303/1885’te hacdan dönerken gemi Süveyş kanalını geçtiği sıralarda vefat etmiştir. Tefsîru Sûreti’l-Kevser (Arapça), Risâle-i Vehbiyye, Kasîde-i Nûniyye, Hediyyetü’l-Hacc gibi eserleri ve Fedâî mahlasıyla yazdığı bazı şiirleri vardır. Bkz. Gölpınarlı, a.g.e., s. 304-308; Abdürrahim’in en meşhur halîfeleri şunlardır: Üsküplü Abdülehad Efendi (ö. 1332/1914), Üsküplü Hacı Hafız Abdurraûf Efendi (ö. 1340/921), Priştineli Yûnus Efendi (ö. 1330/1912).

[15]          Seyyid Muhammed’e intisâbından sonra memleketi olan İştip’te bir tekke yaptırıp irşâd ile meşgul olmuştur. 1326/1908 tarihinde vefat edip tekkenin hazîresine defnedilmiştir. Bkz. Gölpınarlı, a.g.e., s. 312.

[16]          Üsküp ulemâsından ve Nûru’l-Arabî’nin hulefâsından olan bu zât 1310/1892’de Hicaz’da vefat etmiştir.

[17]          Ustrumcalı olan Fâik Mehmed Bey Nûru’l-Arabî’nin vefatından sonra dergâhında şeyh olmuş ve 1319/1901’de Selanik’te vefat etmiştir. Gölpınarlı, a.g.e., s. 313.

[18]          Seyyid Nûru’l-Arabî Ustrumca eşrafından olan Süleyman Bey’in konağında sıkça otururmuş. 1889 yılında vefat etmiştir. Gölpınarlı, aynı yer.

[19]          Ustrumcalı olup Hacı Süleyman Bey’in biraderidir Tikveş’te merkezde yapılan tekkeye Seyyit tarafından hilâfet verilerek gönderilmiş ve Balkan harbinde tekkeyi yakılmaktan kurtarmıştır. 95 yaşlarında vefat eden Hacı Abdülkadir tekkenin hazîresine defnedilmiştir.Gölpınarlı, a.g.e., s. 313.

[20]          Manastır Rifâî tekkesi şeyhi olan Ali Rızâ Vasfi Bey Muhammed Nûru’l-Arabî’nin halîfelerindendir. 1331/1913’te vefat etmiştir. Gölpınarlı a.g.e., s. 323.

[21]          Doyran’ın Dedeli köyünden olup, şeyhten icazet aldıktan sonra köyünde tekke açmıştır. 1324/1906 yılında vefat etmiştir. Gölpınarlı, a.g.e., s. 323.

[22]          Doyran tekkesine şeyh olan bu zât 1325/1907 yılında vefat etmiştir. Aynı yer.

[23]          1318/1900-02 yılında vefat eden Süleyman Baba Zeki Efendi, Prizrenli Hacı Âdem Efendi ve Hasan Efendi’ye hilâfet vermiştir. Aynı yer.

[24]          Prizren’de Rüşdiye muallimi olan bu zâtın fevkalâde nüfûzu olup o bölgede Melâmîliği yaymıştır. Prizren’de yapılan tekkenin ilk şeyhidir.1318/1900’de vefat etmiştir. Gölpınarlı, a.g.e., s. 323.

[25]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 301; Şehayiç, D. a.g.e., s. 209. Ustrumca’da Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî’nin şeyhlik yaptığı tekkesi günümüzde mevcut değildir. Melâmîler şeyhin evinde haftada bir defa ve dinî bayramlarda toplanır. Seyyid Muhammed Nûru’l-Arabî’nin mezarı da Ustrumca ve diğer bölgelerden gelen halk tarafından çok ziyaret edilir.

[26]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 301, 323.

[27]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 301; Palikrusheva, a.g.m., s. 112.

[28]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 301.

[29]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 302. İkinci Dünya Savaşına kadar faaliyette olan bu tekke 1952 yılında yıkılmıştır. Fakat Üsküp’te Melâmî dervişleri günümüzde de mevcuttur ve Hacı Muzaffer isminde bir terzi tarafından yönetilmektedirler.

[30]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 302; Trifunoski, J., “O tekıjama u Donjem Slıvu Bregalnice”, Prilozi za Orijentalnu Filologıju, XII-XIII, (1962-63), Sarajevo 1965, s. 257. Genelde Doğu ve Güney Makedonya’da kurulan Melâmî tekkeleri Balkan harplerine kadar faaliyette kalmıştır. Balkan ve Birinci Dünya Harplerinden sonra bu bölgelerde yaşayan Türk ahali Bulgarlar tarafından göç etmeye mecbur edilmiş ve birçok köy ve kasaba tamamen boşatılmıştır. Türk ahalisi büyük bir bölümü göç ettikten sonra buralara Bulgar ve Sırp kolonizatörleri yerleştirilmiş ve Müslümanlar azınlıkta kalmıştır. Bu bölgelerde Müslümanların toplumsal hayatta yer almamaları onları yeniden göç etmeye sevketmiştir. 1955 yılında Doğu Makedonya’nın %90’ı Türkiye’ye göç etmiş, camiler, tekkeler, evler boş bırakılmıştır. Günümüzde Doğu Makedonya’da yaşayan halk arasında Rifâîlik, Melâmîlik, Bektaşîlik, Halvetîlik mevcut olsa bile genelde bu bölgelerde kalan Romenler tarafından idare edilmektedirler.

[31]          Hacı Ömer Lütfü 13.01.1870 tarihinde Prizren’de doğmuş. Öz adı Ömer, mahlası Lütfü ve soyadı Paçarizi’dir. Prizren’de o zamanki ibtidâiyeyi ve rüşdiyeyi bitirdikten sonra 1887 yılında İstanbul’da Fatih medresesinde bulunan ağabeyi Mehmed Ali Efendi’ye gider. Ve Prizrenli Ekrem Efendi ile Hacı Rüstem efendilerin ısrarı üzerine o da medreseye yazılır. 1892 yılında Prizren’e döndüğünde şehrin eşrafından Hasan Efendi ve subay İsmâil Bey’le birlikte Yakova’ya gider ve burada Melâmî tarikatına intisâb eder. İstanbul ve İslâm dünyasının birçok yerini gezdikten sonra yeniden Prizren’e döner ve orada Melâmî tekkesinin şeyhliğine getirilir. Hacı Ömer Lütfü altmış kadar eser yazmıştır. Bunların çoğu Türkçe yazılmıştır. Dört eseri Arapça ve bir eseri de Farsçadır. Arapça ve Farsçadan on beş tercümesi vardır. Yedi nesir eserinden başka hepsi şiirdir. Bütün bu eserleri tasavvuf, tarih, didaktik, çocuk eğitimi vb. temaları işlemektedir.

[32]          Hafız, Nimetullah, “Dervishki Redovi u Prizrenu”, Selam, sy. 13, Prizren 1998, s. 35. Prizren’de eski külhanda bulunan tekke binası mevcut değildir. 1950’de yıkılmıştır. Bugün Prizren Melâmî tekkesi Seydî Bey Camii arkasındaki Yeni Zanaatçılar Merkezi yanında bulunmaktadır. Bugün tek katlı olan tekke kârgir binadır. İki odadan oluşmakta olup bunlardan biri semâhâne görevi yapmaktadır.

[33]          Gölpınarlı, a.g.e., s. 323; Gashi, Ashık, “Neshto o Melamijama Kod nas”, Glasnik Vrhovnog İslamskog Starjeshinstva, Sarajevo 1983, V, 664.

[34]          Rexhepagiçi, J., a.g.e., s. 209.

[35]          Nicholson ve dığer bazı batılı tasavvuf tarihçileri tasavvuftaki insan-ı kamil anlayışını mitolojik bir gelenek olarak görmektedirler. Bkz. Nicholson, Reynold, “ Rumi: Pesnik i Mistik”, Sufizam, Beograd trz., s. 169.

[36]          İnsan-ı kâmil anlayışın islam tasavvufu dışında musevî Kabala’daki Adam Qadmon veya uzak doğu dinlerindeki Wang mefhumlarında da rastlamaktayız. Birçok mistik bakış açısında mevcut olan bu kavram bir taraftan prımordıal şekil olarak insanoğlunu, diğer taraftan da mahdud bir varlık mertebesini kastederek toplumsal oluşun kademelerine inen toplumsal insanın ontoloji ve epistemolojisini temsil etmektedir. Bkz. Guenon, Rene, Simbolika Krsta, Çaçak 1998, s.16.